Peygamberler Tarihi İ.Yiğit

HZ. SÜLEYMAN (A.S.) HAYATI KISSASI

ONDOKUZUNCU
BÖLÜM
1

HZ. SÜLEYMAN
(A.S.)
1

A.
Hükümdarlık Ve Peygamberlikte Babasına Vâris Olması
1

B. Hz.
Süleyman (A.S.)’a Verilen Mucizeler
. 2

1. Rüzgârın
Onun Enirine Verilmesi
2

2. Bakır
Madeninin Su Gibi Akıtılması
3

3. Kuşların
ve Diğer Canlıların Dilinin Öğretilmesi
3

4. Cinlerin
İtaat Etmesi
4

5.
Şeytanların Boyun Eğmesi
5

C. Hz.
Süleyman (A.S.)’ın Atları
5

D.
Ordusu-Sebe Melikesi İle İlişkiler
. 6

E. Hz.
Süleyman (A.S.)’ın İmtihana Tâbi Tutulması
9

F. Hz.
Süleyman (A.S.)’ın Vefatı
10

G. Ehli
Kitab’ın Hz. Süleyman (A.S.)’ın Peygamberliğini İnkârı
11

H. Hz.
Süleyman (A.S.)’ın Üç Duası
12

 

 

 

 

 

ONDOKUZUNCU
BÖLÜM

 

HZ. SÜLEYMAN (A.S.)

 

A. Hükümdarlık Ve Peygamberlikte Babasına Vâris Olması

 

Hz. Süleyman (a.s.),
Kur’ân-i Kerim’de 16 âyette ismen zik­redilmekte, onun kıssası, Enbiyâ, Neml,
Sebe ve Sâd surelerin­de, çeşitli yönleriyle anlatılmaktadır.[1] O,
babası Hz. Dâvud (a.s.) gibi, İsrailoğulları peygamberlerinin büyüklerinden
biridir ve ona da peygamberlikle beraber hükümdarlık verilmiştir. Hem de o-nun
saltanatı, babasının saltanatından daha güçlü olmuştur. Duasının kabul
edilmesiyle ona verilen hükümranlığın ne önce ne de sonra, hiç bir hükümdara
verilmediği kabul edilmektedir.

Aynı zamanda bir kral
olan Hz. Davud (a.s.), vefatından önce, tahtını küçüklüğünden itibaren ilmi,
hikmeti ve dâvaları çözme konusundaki kabiliyetiyle temayüz eden küçük oğlu Hz.
Süleyman (a.s.)’a vasiyet etmişti. Yukarıda geçtiği şekilde o, bu kabiliyeti
sayesinde, babasına getirilen üç dâvada, ondan daha isabetli kararlar
verebilmişti. Halbuki, babası Hz, Davut (a.s.) da onun gibi ilim ve hikmet
sahibi bir peygamber idi:

“Andolsun ki,
Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. İkisi, ‘Bizi rnü’min kullarının çoğundan
üstün kılan Allah’a hamdolsun!’ de­diler.![2]

Hz. Süleyman (a.s.)’m,
babasının vârisi oluşu, sadece pey­gamberlik ve hükümdarlık hususunda olup
servetiyle alâkalı değildir. Çünkü intikal eden servet olsaydı, Hz. Dâvud
(a.s.)’m başka çocukları da vardı, onların da mirasçı olmaları gerekirdi.[3]
Dolayısıyla, burada Peygamberimiz (s.a.v.)’in açıkladığı peygam­berlerin
vârislerine maddi miras bırakmadıkları kaidesine[4] zıt
bir durum söz konusu değildir. Onun devraldığı miras, “Ey Dâvud! Biz seni
yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet.
Hevâ ve hevese uyma!”[5]
âyetinde işaret edi­len, insanlar arasında hak ve adaletle idarede bulunmak
için onun yerine geçmek, peygamberlik, hâkimiyet ve siyâsette yerini tutmaktır.
Bu makam, rivayete göre Hz. Dâvud (a.s.)’m ondokuz oğlu arasından en küçükleri
olan Hz. Süleyman (a.s.)’a lütfedilmiştir.

Yüce Allah, Hz.
Süleyman (a.s.)’m peygamberliği ve ona da vahiy gönderdiği hakkında şöyle
buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki biz,
Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’a, Yunus’a,
Harun’a ve Sü­leyman’a da vahyettik. Davud’a Zebur’u verdik.”[6]

“Biz, İbrahim’e,
İshak’ı ve Yakub’u bahşettik. Ve hepsini doğru yola sevk ettik. Daha önce Nuh’u
ve soyundan olan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyüb’u, Yusufu, Musa’yı ve Harun’u da
doğru yola sevk etmiştik. İşte biz, iyilikte bulunanları böyle mükâ­fatlandırırız.”[7]

Hz. Süleyman (a.s.),
Yüce Allah tarafından kendisine lütfe­dilen peygamberlik görevi yanında,
babasından devraldığı hü­kümdarlık vazifesini de M.Ö.965-926 yılları arasında
40 yıl de­vam ettirdi. Onun ülkesi, o dönemde İsrailoğulları’na vaat edilen
topraklar olan Filistin, Ürdün ve Suriye’yi içine alıyor, bir taraf­tan Fırat’a
diğer taraftan Mısır sınırlarına uzanıyordu.[8]

Hz. Süleyman (a.s.),
babasının vasiyetine uyarak, hüküm­darlığının dördüncü yılında, babası
tarafından başlatılan Beytül-makdis’in yarım kalan inşaatını yeniden başlattı.
Büyük para harcayarak inşaatı yedi sene sonra tamamladı. [9]

 

B. Hz. Süleyman (A.S.)’a Verilen Mucizeler

 

1. Rüzgârın Onun Enirine Verilmesi

 

Hz. Süleyman, Allah
Teâlâ’dan, kendisine bir başka insana vermeyeceği bir saltanat hibe etmesini
istemişti. Onun duasını kabul eden Yüce Allah, ondan başka hiçbir insana
lütfetmediği bâzı imkânları ve bu imkânların meydana getirdiği eşsiz bir sal­tanatı
ona verdi, ona bahşedilen beşer üstü imkânlardan, yâni mucizelerden biri,  rüzgârın 
onun emrine verilmesiydi.  Enirine
verilen bu rüzgâr onun istediği yönde esiyor, onu ve kalabalık ordusunu
istediği yere taşıyordu. Kur’ân-ı Kerim’de, bu rüzgâ­rın, bir günde, kervan
yolculuğuyla bir aylık bir mesafeye gidip-döndüğü bildirilmiştir ki, bu mesafe
yaklaşık olarak 1800 km. tutmaktadır.[10]
Kur’ân’da, sadece rüzgârın hızından bahsedilmiş, ancak rüzgâr vasıtasıyla
yolculuğun ne şekilde yapıldığı, hava­dan balon veya uçak şeklinde bir vasıta
ile mi, yoksa denizden rüzgârın sürüklediği yelkenli gemilerle mi olduğu hususu
açık­lanmamıştır. Bu yolculukla ilgili bir takım tahminler yapılmış, onun ve
askerinin üzerinde uçtuğu ahşap tahtlardan ve uçan halılardan  bahsedilmiştir.[11]
Ancak bunlar çeşitli yorumlardan ibarettir, doğrusunu ancak Allah bilir.
Zamanımız müfessirlerin-den Mevdûdî, bu yolculuğu deniz yolculuğu olarak
düşünmüş­tür. Ona göre rüzgâr, Hz. Süleyman (a.s.)’m istediği yönde, onun
gemilerinin gideceği İstikâmette esmiştir. O, bu sayede, güçlü bir deniz
ticaret filosu kurmuş, rüzgâr sayesinde, bir aylık mesafele­re deniz seferleri
düzenleyebilmiştir.[12]
Kur’ân-ı Kerim’ de, rüzgâ­rın Hz. Süleyman (a.s.)’m emrine verilmesi konusuna
üç yerde işaret edilmiştir:

“Süleyman,
‘Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kim­senin ulaşamayacağı bir
hükümranlık ver; Sen şüphesiz, dâima bağışta bulunansın!’ dedi. Bunun üzerine
biz de, rüzgârı onun emrine vermiştik. Rüzgâr, onun emriyle, istediği yere
kolayca e-ser giderdi.[13]

“Süleyman için
de, şiddetli rüzgârı onun emrine boyun eğ­dirdik ki, onun emriyle rüzgâr,
bereketli kıldığımız beldelere eser­di. Biz, her şeyi biliriz.”[14]

 

2. Bakır Madeninin Su Gibi Akıtılması

 

Kur’ân-ı Kerim’de Hz.
Süleyman (a.s.)’ın emrine verilen rüz-gârdan bahsedilen ve bu rüzgâr sayesinde
bir günde bir ay­lık mesafeye gidip döndüğü bildirilen üçüncü yerde, onun için
ayrıca bakır madeninin de su akar gibi akıtıldığına işaret edil­mektedir:

“Rüzgârı da
Süleyman’ın emrine verdik. O, rüzgâr estiğinde, sabahleyin bir aylık yola
gider, akşamleyin bir aylık yoldan geri dönerdi. Süleyman için erimiş bakırı,
kaynağından su akar gibi akıttık.”[15]

Bu bakır mâdeni
sayesinde Hz. Süleyman (a.s.}, bina inşâ­atı ve gemi yapımı hususunda da ileri
bir seviyede bulunuyordu. Akabe’deki ocaklardan çıkarılan bakır ve demir
madenlerini e-ritmek ve işlemek için Etsion-Geber’de yaptırdığı fırın, bu ma­denlerin
kullanıldığı diğer alanlarda olduğu gibi gemi yapımında da önem arz ediyordu.[16] Onun
ticaret gemileri, bir taraftan Etsion-Geber’den hareket ederek Kızıldeniz
üzerinden Yemen’e ve oradan doğu ve güney ülkelerine gidip geliyor, diğer
taraftan da Akdeniz’de Batı ülkelerine seferler düzenliyorlardı.

Hz. Süleyman (a.s.)’m
bu maden fırını, yapılan arkeolojik araştırmalar tarafından da tesbit edilmiş
bulunmaktadır.[17] Bu­nun yanında bâzı
muasır müfessirler, Hz. Süleyman (a.s.)’a lütfedilen bu madenin, eritilmiş
bakır değil, petrol kuyuları oldu­ğunu ileri sürmektedirler.[18]

 

3. Kuşların ve Diğer Canlıların
Dilinin Öğretilmesi

 

Allah Teâlâ’mn Hz.
Süleyman (a.s.)’a bahşettiği mucizeler­den biri de, ona kuşların, hayvanların
ve böceklerin dilini öğret-mesidir. Hz. Süleyman (a.s.), bu mucize sayesinde,
kuşların his­lerini sezecek bir kabiliyetle donatılmış, aynı zamanda kendisine
kuşların tabiatı olan uçma ilmi öğretilmişti.[19]
Kur’ân-ı Kerim, ona kuş dilinin öğretildiğini bildirmekle kalmamış, onun bâzı
kuşlar veya karıncalarla konuşmasına dair örnekler de vermiş­tir:

“Süleyman Davud’a
vâris oldu, ‘Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden bolca
verildi. Doğrusu bu apaçık bir lûtuftur.’ dedi. “[20]

*Hz. Süleyman (a.s.)’m
kuşlar ve karıncalarla konuştuğu kesin olmakla birlikte, konuşmasının keyfiyeti
hakkında bilgimiz yoktur. Ayet ve hadislerde bu konuşmanın nasıl olduğuna dair
bilgi verilmemiştir. Tefsir, kısas-ı enbiyâ ve tarih kitaplarında, bu konularda
aktarılan rivayetler, bir takım tahminlerden iba­rettir.[21]

Onun karıncalarla
konuşmasıyla ilgili olarak Kur’ân-ı Ke-rim’de anlatılan en önemli olay,
ordusuyla birlikte karıncaların bol olduğu bir vadiye indiği sırada
gerçekleşmiştir. Şöyle ki, Hz.-Süleyman (a.s.), askeri bir seferi esnasında,
insanlar, cinler ve kuşlardan meydana gelen ordusuyla karıncaların bol olduğu
bir vadiye uğramıştı. Vadiye vardıkları sırada karıncalar arasındaki bir
konuşmaya kulak misafiri oldu. Karıncalardan biri, arkadaş­larına, Hz. Süleyman
(a.s.)’m ordusuyla birlikte vadiye gelmek üzere olduğunu haber veriyor, onun ve
askerlerinin farkına var­madan  
kendilerini  
çiğneyebileçeklerini  
hatırlatarak   onlardan yuvalarına
girmelerini istiyordu. Bu konuşmayı duyan Hz. Sü­leyman (a.s.), çok memnun oldu
ve kendisine lütfettiği peygam­berlik, hükümdarlık, hayvanların konuşmalarını
anlama kabili­yeti ve diğer nimetlerinden dolayı Cenab-ı Hakk’a şükretti. İyi
işler yapması hususunda kendisine yardım etmesini ve rahme-tiyle sâlih kulları
arasına katmasını istedi. Kur’ân-ı Kerim, bu olayı şöyle anlatmaktadır:

“Süleyman’ın
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen ordusu toplandı. Onlar
bölükler halinde dağıtıldı. Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye
geldiklerinde bir karınca, ‘Ey ka­rıncalar! Yuvalarınıza girin, aman Süleyman
ve askerleri farkına varmadan sizi ezmesinler!’ dedi.

Süleyman, karıncanın
sözüne hafifçe güldü ve şöyle dedi: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete
şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl Rahmetinle, beni iyi
kul­larının arasına koy!”[22]

Hz. Süleyman (a.s.)’m,
Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan Hüdhüd kuşuyla konuşmasını ise, Sebe’ Melikesi’yle
ilişkilerinden bahse­derken aktaracağız. [23]

 

4. Cinlerin İtaat Etmesi

 

Bir grup cin, Allah
Teâlâ tarafından, emirlerini yerine getir­mek üzere, Hz. Süleyman (a.s.)’m
hizmetine verilmişti. Mâhiyet­lerini tam olarak anlamak veya açıklamak biz
insanlar için mümkün olmayan cinlerden bu grup, Cenab-ı Hakk’m gözeti­minde bulunuyor,
Hz. Süleyman (a.s.)’a hizmette kusur ettikleri takdirde derhal cezaya
çarptırılıyorlardı. Sanatın sırlarını çok iyi bilen bu cinler, Hz. Süleyman
(a.s.) için, sağlam kale ve binalar, binaları süsleyen ağaç ve çiçek resimleri,
kalabalıklar için yemek pişirilen büyük kazan ve tencereler yaparlardı. Hz.
Süleyman (a.s.)’m cömertliğinin de bir delili olan bu tencerelerde pişirilen
yemekler binlerce kişiye ikram edilirdi. O da babası Hz. Dâvud (a.s.) gibi, bu
nimetleri veren Allah’a şükürde kusur etmezdi. Şükrünü hem sözle, hem fiille
îfa eder, bu nimetleri Allah’ın rızasına uygun şekilde muhtaçlar için sarf
ederdi. Yüce Allah, böyle oldukları halde, yine de Hz. Dâvud (a.s.), ailesini
verdiği nimetle­re karşı hakkıyla şükretmeye çağırıyor, buna muvaffak olanların
azlığını hatırlatıyordu. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Süleyman (a.s.)’m emrine
verilen cinler hakkında şöyle buyurulmaktadır:

“Rabbinin izniyle
cinlerden ‘bir kısmı onun emrinde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden çıktıysa,
ona, alev alev yanan ateşin azabını tattıracağız.

Cinler, Süleyman’ın
istediği gibi saraylar, timsâller, havuz­lar kadar büyük çanaklar ve sabit
kazanlar yaparlardı. Ey Dâvud ailesi! Allah’ın nimetlerine şükretmek için
çalışın ve unutmayın ki, kullarım içinde hakkıyla şükreden pek azdır.”[24]

 

5. Şeytanların Boyun Eğmesi

 

Allah, şeytanlardan
bir kısmını da Hz. Süleyman (a.s.)’m hizmetine vermişti. Onlardan bâzıları,
onun için evler ve köşkler, kaleler ve surlar inşâ ediyorlardı. Bir kısmı ise,
denizden kıymet­li taşlar ve İnciler çıkarmak için dalgıçlık yapıyorlardı. Bu
şey­tanlar Allah’ın gözetimi altında bulunuyor, bozgunculuk yap­maya kalkanlar
şiddetle cezalandırılıyordu:

“Dalgıçlık yapan
ve bundan başka işler de gören şeytanlar­dan da onun buyruğu altına verdik.
Onların hepsini gözetliyor­duk.[25]

“Binalar kuran ve
dalgıçlık yapan şeytanları ve yine demir halkalarla birbirine bağlı diğer
şeytanları onun buyruğu altına verdik. ‘îşte Bizim bağışımız budur; ister ver,
ister tut, bu yüzden hesaba çekilmeyeceksin.’ dedik. Doğrusu katımızda onun
ayrı bir yakınlığı ve güzel bir akıbeti vardır.”[26]

 

C. Hz. Süleyman (A.S.)’ın Atları

 

Hz. Süleyman (a.s.),
atları çok severdi. İyi cins atlar besler, onlarla bizzat ilgilenirdi. Kur’ân-ı
Kerim’de anlatıldığına göre, bir gün akşam üstü, iyi cins atları onun önüne
getirilmişti. Üç ayak­larını basıp, bir ayaklarının tırnağını dikerek atın en
güzel duru­şuyla önünde duran bu atlar, onun çok hoşuna gitti. Bu sırada O,
Rabbinin rızasını kazanmak ve O’nun adını yüceltmek için yaptığı savaşlardaki
hizmetleri dolayısıyla bu atları çok sevdiğini söyledi. Koşuşan atlar gözden
kaybolunca geri getirilmelerini istedi. Getirilen atların boyunlarını ve
ayaklarını okşamaya baş­ladı. Onların tımarıyla bizzat kendisi meşgul oldu.
Kur’ân-ı Ke­rim, bu manzara hakkında şöyle demektedir:

“Davud’a
Süleyman’ı bahşettik; o ne güzel bir kuldu! Doğru­su o daima Allah’a yönelirdi.
Ona bir akşam üstü, çalımlı, iyi cins koşu atları sunulmuştu.  Süleyman, 
‘Doğrusu ben bu iyi atları, Rabbimi anmayı sağladıkları, için severim.’
demişti. Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman, ‘Artık yeter, onları
hana geri getirin.’ dedi. Ayaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladi.”[27]

Bu âyetlerden
anlaşıldığı gibi Hz. Süleyman (a.s.), atları çok seviyor, atların
yetiştirilmesi ve bakımıyla bizzat ilgileniyor­du. Onları Allah’ı anmasını
sağladıkları için sevdiğini söylediğine göre, bu atlar, cihad için hazırlanan
atlar olmalıydı. Çünkü o zamanda atlar, savaşların kaderini tayin eden en
önemli harp vasıtaları durumundaydı. Din ve Allah düşmanı bozgunculara karşı
üstünlük sağlayabilmek, at yetiştirmeye ve biniciliğe bü­yük ölçüde bağlı idi.
Tarihin en büyük hükümdarlarının başında gelen Hz. Süleyman fa.s.), askeri
işlerle yakından ilgileniyor, bu arada atların bakımı ve teftişi işinde de
komutanlarına örnek oluyordu.[28]

 

D. Ordusu-Sebe Melikesi İle İlişkiler

 

Hz. Süleyman (a.s.)’in
ordusunun, insanlar cinler ve kuş­lardan meydana geliyordu. Hz. Süleyman
(a.s.), askerinin eğiti­miyle yakından ilgilenir, birliklerini bizzat teftiş
ederdi. Bir defa­sında, kuşlardan meydana gelen birliklerini teftiş ettiğinde,
muhtemelen cinsinin bir temsilcisi durumunda olan Hüdhüd/Çavuş kuşunun
bulunmadığını gördü. Mâkûl bir özrü yoksa onu şiddetle cezalandıracağını veya
keseceğini söyledi. Az sonra gelen Hüdhüd, fevkalâde bir idrak, üstün bir
mantık ve iman sahibi bir insan gibi, kendisine Sebe Melîkesi’nin köşkü,
ülkesinin refahı ve halkının dini durumu hakkında bilgi getirin­ce, özrünü
mâkul buldu ve bahsettiği kraliçeye ulaştırması için bir mektubu onunla
gönderdi.

Hüdhüd kuşu tarafından
önüne atılan mektubu alan Sebe Melikesi, Hz. Süleyman (a.s.)’m mesajını
hayretle okumuştu. Çünkü kimin tarafından getirildiği belli olmayan ve alışık
olma­dıkları “Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle” ibaresiyle başla­yan
bu mektupta, kendisine mektup sahibine boyun eğmesi ve onun egemenliğini kabul
ederek derhal huzuruna gelmesi emre­diliyordu. Kraliçe, böylesine önemli
meseleleri devlet adamlarıyla görüşüp karara bağlardı. Bu defa da öyle yaptı.
Devlet ricalini toplantıya çağırarak durumu onlarla görüştü ve fikirlerini
almak istedi. Onlar, güçlü kuvvetli, savaşa hazır bir durumda olduklarını,
istediği takdirde savaşı dahi göze alacaklarını bildirerek, bu konuda karar
sahibinin kendisi olduğunu ve vereceği her karara uyacaklarını söylediler.
Savaşın ne demek olduğunu iyi bildiği ve savaş istemediği anlaşılan kraliçe,
onlara, yapılacak bir savaşın ülkeyi tahrip edeceğini, başta ülke eşrafı olmak
üzere bütün halkı hor ve hakir bir duruma düşüreceğini hatırlattıktan sonra, bu
işi Hz. Süleyman (a.s.)’a kıymetli hediyeler sunarak barış yo­luyla halletmek
niyetinde olduğunu açıkladı. Hediyeler gönderip, teslim olma çağrısında bulunan
Sultan Süleyman’dan alacağı yeni haberlere göre hareket edeceğini söyledi.

Süleyman (a.s.), Sebe
Melîkesi’nin sulh için gelen elçilerini kabul ettiğinde, onlara, getirdikleri
mal ve eşyalara hiç ihtiyacı olmadığını, Allah’ın verdiği peygamberlik ve diğer
nimetlerin da­ha hayırlı olduğunu ve başkasının malına ihtiyaç bırakmadığını
söyledi. Hediyeleri iade ederek, onlardan istediğinin mal ve ser­vet değil;
aksine Müslüman olmaları veya idaresine boyun eğme­leri olduğunu açıkladı.
Müslüman olup gelmedikleri veya iktida­rına boyun eğip devletine cizye vermeyi
kabul etmedikleri tak­dirde, güç yetire meye çekleri ordularla ülkelerine
saldıracağını ve halkını oradan sürüp çıkaracağını açıkladı.

Sebe Kraliçesi, geri
dönen elçilerinin verdiği bilgilerden, Hz. Süleyman (a.s.)’m sıradan bir
hükümdar olmadığını anlamış, ay­rıca onun peygamberliğine alâka duymuştu. Onun
karşısında dayanamayacağını da bildiğinden, meseleyi yine barış yoluyla çözmeyi
düşündü. Bu maksatla Kudüs’e gidip Hz. Süleyman (a.s.)la bizzat görüşmeye ve
onun bahsettiği dini hakkında doğ­rudan bilgi almaya karar verdi. Seçtiği
devlet ricalinin eşliğinde Kudüs’e doğru yola çıktı. Önden gönderdiği bir
heyetle, ziyareti­ne gelmek için yola çıktığını Hz. Süleyman (a.s.)’a da
bildirmişti, öbür tarafta onun başkentine yaklaştığını haber alan Hz. Sü­leyman
(a.s.), peygamber olduğunu açık bir şekilde ispat için, Al­lah’ın peygamberine
nasıl olağanüstü imkânlar lütfettiğini ona göstermek istedi. Emrindeki cinlerin
büyüklerine, “Kraliçe gel­meden, onun tahtını huzurumuza hanginiz
getirebilir?” diye sor­du. İfrit (güçlü kuvvetli ele avuca sığmaz bir cin)
bu işi kendisi­nin yapabileceğini, kraliçe huzura girmeden tahtını getireceğini
söyledi ve bu hususta kendisine güvenilmesini istedi. Bu esna­da, huzurda
bulunanlardan, ilim sahibi biri (bir melek veya bir insan)[29] onu
göz açıp kapamadan getirebileceğini söyledi ve de­diğini hemen yaptı. O anda
kraliçenin tahtı Hz. Süleyman (a.s.)’ m önünde göründü. Bu olağanüstü durum
karşısında Hz. Sü­leyman (a.s.}, bunun Allah’ın bir lûtfu olduğunu, O’nun
nimetle­rine şükür edip etmeyeceği hususunda kendisini denemek iste­diğini
söyledi. Şükrün sadece sahibine fayda verdiğini, yoksa Allah’ın kimsenin
şükrüne muhtaç olmadığını ilâve etti. Hizmet­çilerine hitap ederek kraliçenin
tahtını biraz değiştirmelerini em­retti; tahtını tanıyıp tanıyamayacağı
hususunda onu sınamak istediğini söyledi.

Sebe Kraliçesi Hz.
Süleyman (a.s.) tarafından kabul edilmiş ve aralarında görüşme başlamıştı. Bu
sırada kraliçeye, sarayın­daki tahtının görüşmelerin yapıldığı salonda bulunan
tahta ben­zeyip-benzemediği soruldu. Tahta dikkatli bir şekilde bakan kra­liçe,
büyük bir hayret içinde, “Tıpkı benim tahtım, onun aynısı!” diye
cevap verdi. Ardından bunun ancak bir peygamber tarafın­dan gösterilebilecek
bir mucize olduğuna inandığını gösteren bir tavırla, “Biz, bunu, yani
senin bir peygamber olduğunu, önceden anlamış ve Müslüman olmuştuk.” dedi.

Kraliçe’ye köşke
girmesi söylendiğinde, şeffaf billur zemini görünce orada su var sanmış ve
hemen eteğini toplamıştı. Hz. Süleyman (a.s.), orada su olmadığını; ancak
zeminin billurdan yapıldığı için öyle göründüğünü söyleyince gerçeği anladı.
Hz. Süleyman (a.s.)’a verilen nimetleri düşünerek, o güne kadar Müslüman
olmamakla nefsine zulmettiğini, artık Hz. Süleyman (a.s.)’a iman ederek mü’min
olduğunu tekrarladı.[30]
Kur’ân-ı Kerim, Hüdhüd kuşunun yoklamada bulunmayışından itibaren başlayan
gelişmeleri ve Hz. Süleyman (a.s.) ile Sebe Melikesi a-rasmda geçen görüşmeleri
şöyle anlatmaktadır:

“Süleyman,
kuşları gözden geçirdi ve, ‘Hüdhüd’ü niçin göre­miyorum? Yoksa kayıplara mı
karıştı? Bana mazereti için apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya
şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim!’ dedi.

Çok geçmeden Hüdhüd
gelip Süleyman’a, ‘Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’den gerçek bir
haber getirdim. Sebe halkına hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilmiş,
büyük bir tahta sahip bir kadın kraliçe buldum. Onun ve milletinin Allah’ı
bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, yaptıkları amel­leri süsleyip
kendilerine güzel göstermiş, onları doğru yoldan alı­koymuş, bunun için, doğru
yolu bulamazlar. Şeytan, bunu, onla­rın, göklerde ve yerde gizli olanları
ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah’a secde
etmemeleri için yapmıştır O Allah kİ, yüce Arş’ın sahibidir ve O’ndan başka
ilâh yoktur.’ dedi.

Süleyman şöyle dedi:
‘Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalan­cılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu
götürüp onlara at, son­ra bir yana çekil, ne yapacaklarına bak.’

(Hüdhüd tarafından
yakınına atılan mektubu alan) Sebe me­likesi şöyle dedi: ‘Ey ileri gelenler!
Bana, çok önemli bir mektup bı­rakıldı. Süleyman’dan gelen bu mektupta şöyle
yazıyor: ‘Bismillâ-hirrahmânirrahîm. Sakın ha büyüklük taslayıp bana karşı
koyma­ya kalkmayın ve bana teslim olarak gelin!’

Sebe melikesi şöyle
devam etti: ‘Ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fikrinizi söyleyin.
Şimdiye kadar, her hangi bir iş hakkında, sizin görüşlerinizi almadan kesin
karar vermedim.’

İleri gelenler, ‘Biz
güçlü kimseleriz ve zorlu savaş adamları­yız; ancak emir senindir, ne
emredeceğini sen düşün.’ dediler.

Melike, ‘Doğrusu,
hükümdarlar bîr şehre girdikleri zaman orasını bozup tahrip ederler, şerefli
kimselerini aşağılık yaparlar. Onlar, hep böyle davranırlar. Ben onlara bir
hediye göndereyim de, elçilerin hangi haber ile döneceklerine bakayım.’ dedi.

Elçi geldiğinde
Süleyman ona, ‘Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği
size verdiğinden daha ha­yırlıdır. Aksine hediyeniz, ancak sizi memnun eder.
Onlara dön ve şunu söyle Andolsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir,
onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız.’

Süleyman, ‘Ey cemâat!
Bana teslim olmak için gelmelerin­den önce, hanginiz o kraliçenin tahtını
yanıma getirebilir?’dedi.

Cinlerden bir ifrit,
‘Sen makamından kalkmadan önce onu sana getiririm, buna karşı güvenilir bir
güce sahibim.’ dedi.

Kitap’tan bir ilme sahip
olan şahıs söze girerek, ‘Gözünü a-çıp kapamadan ben onu sana getireceğim.’
dedi. Derken Süley­man, bahsedilen tahtı yanına yerleşivermiş görünce, ‘Bu,
şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lûtfundandır.
Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankör­lük eden bilsin ki Rabbim
müstağnidir, kerem sahibidir, kimsenin şükrüne muhtaç değildir.’ dedi.

Süleyman, ‘Tahtını
onun tanımayacağı bir hâle getirin, ba­kalım tanıyabilecek mi yoksa tanımayacak
mı?’ dedi.

Melike geldiğinde, ‘Senin
tahtın da böyle mi?’ denildi. O, ‘Sanki odur, maamafih bu mucizeden önce bize
bilgi verilmişti ve Müslüman olmuştuk.’ dedi.

Melikeyi o zamana
kadar (müslüman olmaktan) alıkoyan, Allah’tan başka taptığı şeylerdi; çünkü
kendisi inkarcı bir millet­tendi. Ona, ‘Köşke gir.’ dendi. Köşkün zeminini
görünce, onu derin bir su zannetti de eteğini dizlerine kadar sıvadı. Süleyman,
‘Doğ­rusu bu billurdan yapılıp cilalanmış şeffaf bir salondur.’ deyince,
Melike, ‘Rabbim! Şüphesiz ben kendime zulmetmişim. Şimdi Sü­leyman’la beraber,
âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim olup Müs­lüman oldum” dedi.[31]

Salebi ve bâzı
müfessirlerin söylediğine göre, Sebe melike-siyle evlenen Hz Süleyman (a.s.),
onu Yemen hükümdarlığında bırakmıştı. Her ay ziyaretine gider, yanında üç gün kaldıktan
sonra başkenti Kudüs’e dönerdi. Ancak İbn İshak’tan nakledilen bir rivayete
göre ise, Hz. Süleyman (a.s.) onunla evlenmemiş; Hemdân melikiyle evlendirdiği
kraliçeyi Yemen hükümdarlığına iade etmiştir.[32]

 

E. Hz. Süleyman (A.S.)’ın İmtihana Tâbi Tutulması

 

Kur’ân-ı Kerim’de Hz.
Süleyman (a.s.)’m, tahtının üzerine bir ceset bırakılarak imtihan edildiği,
onun bu imtihanın ardın­dan tevbe ile önceki haline döndüğü ve Allah’tan
kendisini bağış­lamasını ve kendisine daha sonra hiç kimseye vermeyeceği bir saltanat
vermesini istediği bildirilmektedir. Ancak onun tâbi tu­tulduğu bu imtihanın
mâhiyeti hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Bu imtihan hakkındaki
âyetlerin meali şöyledir:

“Andolsun ki,
Süleyman’ı tahtının üzerine bir ceset koymak suretiyle imtihan etmiştik. Bunun
üzerine bize yönelip tevbe etmiş ve, ‘Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra
kimsenin ulaşamıyacağı bir hükümranlık ver; şüphesiz sen büyük, lütuf
sahibisin.’ demişti, “[33]

Görüldüğü gibi,
Kur’ân-ı Kerim’de, bu cesedin kime ait ol­duğu ve oraya hangi maksatla
konulduğu açıklanmamıştır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de bir
açıklaması olmamıştır. Ancak tefsir ve tarih kitaplarında bu konuda pek çok şey
anlatıl­maktadır. Ne var ki, bu anlatılanlar, bir takım ihtimaller ve te’vil-lerden
öteye geçmemektedir.[34]
Dolayısıyla âyette Hz. Sü­leyman (a.s.)’m, tahtına bir cesedin bırakılması
şeklinde bir im­tihana tâ-bi tutulduğu bildirildiğine göre, böyle bir hâdisenin
yaşandığı muhakkaktır. Ancak, bu olayın, şu olaydır veya bu olaydır diye kestirilip
atılmasına imkân yoktur.[35]
Hatta Mevdûdî, Kur’ân-ı Kerim’de anlaşılması en zor olan konunun bu konu
olduğunu söylemiştir.[36]

Sözlerine;
“Taberî ve İbn Ebî Hatim ve diğer bâzı müfessir-ler, bu konuda pekçok
haber nakletmişlerdir. Bu haberlerin ek­serisi veya tamamı İsrâiliyyattan
ibarettir. Pek çoğunda şiddetli garabet vardır.” diyerek başlayan İbn
Kesir, aktarılan bu bilgile­rin özetini bir cümleyle verir: “Hz. Süleyman
(a.s.), 40 gün müd­detle tahtından uzak kaldı ve daha sonra tahtına yeniden
otur­du. Beytülmakdis’in inşâatına devam ederek, çok sağlam bir inşâat
yaptırdı.”[37]

 

F. Hz. Süleyman (A.S.)’ın Vefatı

 

Hz. Süleyman (a.s.),
ayakta veya otururken asasına da­yanmış bir vaziyette iken Ölmüştü. Ölüm
gelince bastonuna da­yalı halde kalmış, yanında bulunan cinler, burunlarının
dibinde cereyan eden bu hâdisenin farkına varamamış, onun öldüğünü ancak ağaç
kurtlarının uzun süre yediği asası kırılıp vücudu yere düşünce
anlayabilmişlerdi. Şüphesiz bunda büyük bir hikmet vardı. Onun bu halde ölümü,
gaybi bildiğini iddia eden cinleri ve bu iddiaya inanan insanları yalanlayan
kesin bir delil olmuştu. Çünkü cinler, eğer gaybı bilselerdi, onun ölümünü
asasının kırılmasından önce anlayacaklardı. Halbuki onlar, ve­fat etmiş olan
Hz. Süleyman (a.s.)’i değneğine dayalı gördükleri sürece öldüğünü anlayamamış
ve can sıkıcı çalışmalarını devam ettirmişlerdi. Bu âyet, cinlerin gaybı
bildiğine inanan Arabistan müşriklerine de bir cevap teşkil ediyordu. Kur’ân-ı
Kerim, onun ölümü hakkında şu bilgiyi vermektedir:

“Süleyman’ın
Ölümüne hükmettiğimiz zaman, öldüğünü cinlere ancak asasını yiyen ağaç kurdu
gösterdi. Süleyman yere düşün­ce, cinlerin durumu anlaşıldı ki, eğer onlar
gaybı bilmiş olsalardı, öyle küçük düşüren bir azap içinde kalıp
durmazlardı.”[38]
Âyetten anlaşıldığı gibi, asasına dayalı bulunduğu bir sıra­da ruhunu teslim
eden Hz. Süleyman (a.s.)’ın vefatı, uzun bir süre sonra ve ancak ağaç kurtları
tarafından yenilen asasının kırılması sonucu bedeninin yere düşmesiyle
öğrenilmiştir.  Bu işin şekli ve nasıl
cereyan ettiği hususu ise bir sır olarak kalmış­tır. Bu konuda nakledilen
bilgilerin pek çoğu İsrâiliyyattan iba­rettir.[39] Bu
durumda bize düşen işin iç yüzünü Allah’a havale etmektir.

Hz. Süleyman (a.s.)’m 52
yaşında öldüğü söylenmiştir. [40]

 

G. Ehli Kitab’ın Hz. Süleyman (A.S.)’ın Peygamberliğini
İnkârı

 

Hz. Süleyman (a.s.)’ın
düşmanlarının etkisinde kalan İsrailoğulları, onun bir peygamber değil bir
sihirbaz olduğunu kabul etmişlerdir. Onun, cinleri, şeytanları ve rüzgârı,
sihir yapmak suretiyle emrinde kullandığına ve hükümdarlığını büyü ile elde
ettiğine inanmışlardır. Nitekim İslâmiyetin zuhuru yılla­rında yahudiler, bu
şeytanî bilgilere uyarak, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Hz. Süleyman
(a.s.)’ı peygamber kabul etmesine itiraz etmişlerdi. Onlara hakettikleri
cevabı, doğrudan Allah Teâlâ verdi:

“Şeytanların
Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında söyledik­lerine uydular. Oysa Süleyman büyü
yapıp kâfir olmadı; ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kâfir oldular…[41]

Müfessirlerin
aktardığı rivayetlere göre, Hz. Süleyman (a.s.)’m vefatından bir müddet sonra,
insanlara doğruyu öğretecek gerçek âlimler de kalmamıştı. Âlimlik taslayan
câhiller yü­zünden, Mısır’da yaşadıkları esaret döneminden beri sihir ve
hokkabazlık hakkında bilgi sahibi olan İsrailoğulları arasında, Hz. Süleyman
(a.s.)’m elinde tezahür eden mucizelere sihir ve büyü gözüyle bakılmaya
başlandı. İns ve cin şeytanlarının baş­lattığı bu iftira kampanyası giderek güç
ve taraftar kazandı. Kampanyayı yürüten liderler, Hz. Süleyman (a.s.)’ın
dünyayı sihir ilmi sayesinde hâkimiyeti altına aldığını ve onun bir sihir­baz
olduğunu iddia ediyorlardı. Bu inanç gittikçe yayıldı ve neti­cede daha sonra
gelen İsrailoğulları, bu âyette belirtildiği gibi, Hz. Süleyman (a.s.)’a bir
peygamber değil; aksine çok başarılı bir sihirbaz- hükümdar gözüyle baktılar.
Özellikle devletlerini kay­bettikten sonra, diğer milletler arasında
sihirbazlığı teşvik ettiler ve sihri yaymaya çalıştılar. Ne zaman ki, Tevrat’ta
haber verilen son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), kendilerine karşı Tev­rat’ın
aslındaki esasları gündeme getirdi, yahudiler, ona ve bu bilgileri getiren
vahiy meleği Cebrail’e düşman kesildiler. Bu ilâhî hakikatleri hatırlatarak
kendilerini kurtuluşa çağıran Hz. Pey­gamber (s.a.v.)’i yalanlama yoluna
gittiler. Ellerinde bozulmuş şekliyle bulunan Tevrat’ı dahi arkalarına atarak,
“Süleyman, Muhammed’in dediği gibi bir peygamber değildi; o sihirbaz bir
hükümdardı; fakat yaptığı sihirleri mucize gibi gösterirdi.” diye ona
İftira ettiler. Gerçekte ise, bu iftiraya muhatap olan Hz. Sü­leyman (a.s.)
değil, fakat âyette belirtildiği gibi, ona sihirbaz di­yen ve insanlara sihir
öğreten cin ve ins şeytanları kâfir olmuş­tu.[42]

 

H. Hz. Süleyman (A.S.)’ın Üç Duası

 

Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)’in bildirdiğine göre, Hz. Sü­leyman (a.s.), Mescid-i Aksâ’nm inşâatını
bitirince, yaptığı bir duada Allah’tan üç şey istemiştir:

1. Allah’ın
hükmüne uygun hüküm verme kabiliyeti,

2.  Kendisinden önce veya sonra hiç kimseye nasip
olmaya­cak mülk ve saltanat,

3.
Yaptırdığı mescidine (Mescid-i Aksa) ibâdet niyetiyle gi­recek herkesin,   oradan 
bütün günâhlarından  arınmış  olarak, anasından doğduğu gündeki gibi
çıkması.

Rasülullah (s.a.v.),
Hz. Süleyman (a.s.)’a ilk iki dileğinin ve­rildiğini hatırlatıp ‘Üçüncü
dileğinin bize (Muhammed ümmetine) verilmesini umanz.’ buyurmuştur.[43]

Bu dileklerden ikisine
Kur’ân-ı Kerim’de de işaret edilmiş­tir. Birincisi, babası Hz. Dâvud (a.s.)’a
arz edilen, ekin sahibi ile koyun sürüsü sahibi arasındaki dâvanın hükmünün
Allah tara­fından kendisine öğretilmesi şeklindedir:

“Bu meselenin
hükmünü Süleyman’a bildirdik. Biz, onların her birine hüküm ve ilim verdik.
Dâvud İle beraber teşbih etsinler diye dağlan ve kuşları buyruk altına aldık.
Bunları biz yapmış­tık.[44]

İkincisine ise şöyle
işaret edilmiştir:

“Süleyman,
‘Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kim­senin ulaşamayacağı bir
hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın!’ dedi. Bunun üzerine
biz de, rüzgârı onun emrine vermiştik. Rüzgâr, onun emriyle, istediği yere
kolayca eser giderdi.[45]

Nakledildiğine göre, Rasülullah
(s.a.v), namaz kıldığı sırada ibâdetine engel olmak için kendisine musallat
olan cin taifesin­den bir İfriti zararsız hale getirdikten sonra, onu mescidin
direk­lerinden birine bağlayıp ibret için ashabına göstermek istemiş; ancak Hz.
Süleyman’ın (a.s.) bu duasını hatırlayınca bundan vazgeçmiştir.[46] Bu
âyetler ve hadislerden Hz. Süleyman (a.s.)’a verilen mülk ve saltanatın, daha
ziyâde manevî varlıklar üzerin­deki mucizevî tasarruflara dayandığı
anlaşılmaktadır. Neticede o, kuvvetli bir sultan olarak ülkesinin sınırlarını
oldukça genişlet­mişti. Ancak eşsiz bir saltanata sahip olsa da, Allah Teâlâya hakkıyla
şükreden “şekür” kullardan biri idi. Şu âyetteki duayı kendisine vird
edinmişti, bu duayı dilinden düşürmezdi:

“Rabbim! Bana ve
ana-babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak
kil. Rahmetinle, beni de sâlih kullarının arasına koy!”[47]

 

 

 



[1] Hz. Süleyman (a.s.)’m isminin geçtiği âyetler
şunlardır: Bakara sûresi, 2/102; Nisa sûresi, 4/167; En’am sûresi, 6/S4; Enbiyâ
sûresi, 21/78, 79, 81; Neml sûresi, 2715, 16, 17, 18, 20, 36, 44; Sebe’sûresi,
3412; Sâd sûresi, 38/30, 34.

[2] Neml sûresi, 27/15.

[3] İbn Kesir, Kasasu’l-enbiyû, II, 577.

[4] Buharı, Cihad, 49-52, Meğâzî, 14, 38; Ebu Dâvud,
İlim,l; Tirmizî, İlim, 19.

[5] Sâd sûresi, 38/2

[6] Nisa sûresi, 4/163.

[7] En’am sûresi, 6/84.

[8] Krallar, 6/21; II. Tarihler,9/ 26.

[9] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 518-519.

[10] Elmahlı, Vi, 355.

[11] 8u rivayetler için bkz. Salebi, 293.

[12] Mevdûdî, Tefhim, III, 323.

[13] Sâd sûresi, 38/35-36.

[14] Enbiya sûresi, 21/81.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 520-521.

[15] Sebe süresi, 34/12.

[16] I. Krallar 9/26’da Hz. Süleyman (a.s.)’m, Kızıldeniz
kıyısında Elofun yakınında bulunan Etsion-Geber’de gemiler yaptırdığı
belirtilmektedir.

[17] Mevdüdi, Tefhim, III, 323.

[18] Derveze, Tefsir, 111, 191. Derveze, Tefsir, 111, 191.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 521-522.

[19] Elmalilı, Hak Dini, VI, 133.

[20] Neml süresi, 27/16.

[21] Bu rivayetler hakkında bkz. Aydemir, Peygamberler, 189
-190.

[22] Neml sûresi,27/17-19.

[23] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 522-523.

[24] “Sebe sûresi, 34/Î2-13. Ayette geçen
“temâsü” kelimesi, Arapçada, insan, hayvan, ağaç, çiçek, nehir veya
canlı cansız diğer varlıkların heykeli veya resmi manasına gelen
“timsâl” kelimesinin çoğuludur. Böyfe olunca, buradaki timsallerle
sadece canlı varlıkların heykel veya resimlerinin kastedildiğini düşünmek
gerekmez. Bu­radaki timsaller, büyük ihtimalle Hz. Süleyman (a.s.)’m, muhteşem
binalarını süsleyen manzara resimleri ve çeşitli bitkisel süslemeler olmalıdır.
Nitekim ünlü müfessir RâzI de, bu timsallerin “nakışlar olduğunu”
söylemekle yetinmiştir (XXV, 249). Çünkü, yahudilerin elinde bulunan Tevrat’ta
çok yerde, resim ve heykel kesinlikle yasaklanmış bulunmaktadır. Tevrat’ta
insan ve hayvan resim ve heykeli yapmayı haram kılan bu pasajlardan üç Örnek
verelim: “Kendinize putlar yapmayacaksınız ve kendiniz için oyma put ve
dikili taş dikmeyeceksiniz ve Önün1 de secde etmek için memleketinizde resimli
taş kurmayacaksınız.” (Levilüer, 26/1). “Fesada sapmayasımz, kendiniz
için erkek yahut kadın suretinde, yerde olan bir hayvan suretinde, göklerde
uçan kanatlı bir kuş suretinde, yer altındaki suda yaşayan bir balık suretinde,
herhangi bir şeklin suretinde oyma put yapmayacak­sınız.” (Tesniye, 4/
16-18).

“Bir sanatkarın el
işi, Rabbe mekruh oyma yahut dökme put yapan ve onu gizlice diken adama la’net
olsun!” (Tesniye, 27/ 15).

Tevrat, tahrif edilmiş olsa da, bu emirlerden, onda resim ve heykelin
yasak­landığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Hz. Musa (a.s.)’dan itibaren
îsrailoğulları peygamberlerinin tamamının ona tabi olmaları kuralı, Hz.
Süleyman (a.s.)’m bu kuralın dışına çıkma ihtimalini ortadan kaldırır. Diğer
taraftan, onun canlı resmi yaptırdığını söylemek için elimizde hiçbir delil
yoktur. Buradan hareketle îslâmda resim konusunda ortaya atılan bazı iddialar
ve bu iddialara verilen cevaplar hak­kında geniş bilgi için bkz. Mevdûdî,
Tefhim, IV, 506-513

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 523-524.

[25] Enbiyâ süresi, 21/82.

[26] Sâd süresi, 38/37-40.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 525.

[27] Sâd sûresi, 38/30-33.

[28] İfâdelerdeki bu açıklığa rağmen, bu konudaki îsrâilî
rivayetlerden etkilendikleri anlaşılan bâzı müfessirler, âyette geçen okşamak
ve taramak anlamındaki “meseha” fiilinin kesmek mânâsına da
kullanılmasından yola çıkarak, bu âyeti, “Hz. Süleyman (a.s.)’ın at
sevgisi ve atlarla meşguliyeti sebebiyle namaz vaktini geçirdiği ve bu yüzden
bahsedilen attan kestirdiği ” şeklînde anlamışlardır. Ancak böyle
düşünenlere en açık bir cevap, Hz. Ali (r.a.) tarafından verilmiştir. Şöyle ki:
Abdullah b. Abbas, Kattul-Ahbar’dan, Hz. Süleyman (a.s.)’m atlarını kestiğine
dair duyduklarını anlatınca, Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir; “Ka’b yalan
söylemiş; Sü­leyman (a.s.) cihada gideceği zaman atlarım teftiş etti, bu arada
sırtlarım sıvazla­yıp okşadı. Peygamberler temiz ve masum kişilerdir. Ne
zulmederler ve ne de zul­mü emrederler.” dedi. (Aydemir, Peygamberler,
193, Tabresi, Tefsir, IV, 475ten naklen).

Bu rivayetleri şiddetle reddeden İbn Hazm da şöyle demiştir;
“Allah’ın bir nebze akıl verdiği kişinin bile yapmasına imkân olmayan bir
işi nasıl olur da bir peygambere atfedebilirler? Bir peygamber, kendisini
namazdan alıkoydu diye atla­rı nasıl doğrayabilir? Bu hurafedir, yalan ve
yakıştırmadır. Saçma sapan sözler­den derlenmiştir. Şüphesiz ki, bunun bir
zındık uydurması olduğu açıktır. Zira bu haberde günahsız atlan cezalandırma,
onlara işkence yapma, faydalı ve işe yarar bir malı manasız yere telef etme
vardır. Bir peygamber, namazının geçmesine se­bep oldu diye, kendi hatasını
günahsız ve suçsuz atlara çektirmez. Buradaki ma­nasızlığı ve mantıksızlığı
değil bir peygamber, yedi yaşındaki bir çocuk bile anlar. Sonra âyetin mânâsı
açıktır, bahsedildiği şekilde at kesmeye ve namaz geçirmeğe dair bir işaret de
yoktur.” (el-Fasl, IV, 20).

Bu tür rivayetlerin Hz.
Süleyman (a.s.)’ı töhmet altında bırakma neticesini doğurduğunu söyleyerek, bu
rivayetleri bütünüyle reddeden Aydemir, sözlerini şu şekilde tamamlamıştır;
“Bunlar, Kur’ân’ın lafzı hiçbirine delâlet etmediği halde Hz. Süleyman
(a.s.j’a nisbet edilen büyük suçlardır. Kısaca söylemek gerekirse, Hz. Süleyman
(a.s.j’ın şeriatında tıpkı bizim dinimizde olduğu gibi at beslemek mendup idi.
Muharebe için beslenen bu atları teftiş için koşturdu ve sonra dönüp
geldiklerinde onları okşadı, memnuniyetini izhâr etti.” ( Age., 193;
benzeri yorum için bkz. Âlûsî, Tefsir,, XIII, 197).

Diğer taraftan bâzı
kaynaklarda, atlarla meşgul olduğu esnada güneşin battı­ğını gören Hz. Süleyman
(a.s.)’m, kâinaü idare eden meleklerden güneşi geri ge­tirmelerini istediği,
geri getirilen güneşin ikindi namazını kılmasından sonra tek­rar battığı
şeklinde rivayetler nakledilmiştir (Âyetlerin siyak ve sibakına uymayan bu
görüşlerin tenkidi için bkz. Mevdûdî, Tefhim,V, 70-72 , Âlûsî, Tefsir, XIII,
193-194).

Prof. Dr. İsmail Yiğit,
Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 525-526.

[29] Kitaptan ilmi olan biri denilerek kimliği
bildirilmeyen bu şahsın, Cebrail (a.s.), Hızır (a.s.), Hz. Süleyman’ın kendisi
veya veziri Âsaf b. Berahya olduğu söylen­miştir. (Bu konudaki rivayetler
hakkında bkz. İbn Kesir, Kasasul-enbiyâ, II, 586; Elmalılı, VI, 143 , Aydemir,
Peygamberler, 215).

[30] Hz. Süleyman (a.s.) ile Sebe Melikesi arasında
geçenler, Tevrat’ta farklı olarak anlatılmaktadır: Tevrat’a göre, kraliçenin
geîişi, Hz. Süleyman (a.s.)’ın şöhreti hakkında duyduklarını bizzat görmek ve
ona bâzı sorular sormak maksadına bağlıdır. Huzuruna çıkmış, ona sormayı
düşündüğü her soruyu sormuştur. Bu esnada gerek aldığı cevaplar, gerekse
gördüklerinden çok etkilenmiş, Hz. Süley man (a.s.)’ın engin ferasetine ve
ülkesinin muhteşem eserlerine, halkının huzur ve refahına hayran kalmıştır.
Önceden duyduklarının, gördükleri yanında çok eksik kaldığını itiraf etmiştir.
Bu görüşmeler sırasında, iki taraf arasında, dillere destan hediyeleşmeler
olmuştur. Daha sonra kraliçe maiyetiyle beraber ülkesine dönmüştür. (II.
Tarihler, 9/1-12; I. Krallar, 10/1-13).

Diğer bâzı Yahudi
rivayetlerinde, Hz. Süleyman (a.s.) ile Sebe Melikesi arasın­da geçenler,
Kur’ân’da verilen bilgilere yakındır. Ancak, bu bilgilere yapılan ilave­ler, bu
bilgilerdeki tahrifatın boyutlarını gösterecek Özelliktedir. Çünkü bu sapık­lar,
Hz. Süleyman (a.s.)’m kraliçe ile zina yaptığını söyleyerek, burada da bîr pey­gambere
büyük bir iftira atmaktan çekinmemişlerdir (Bu konuda bilgi için bkz. Mevdûdî,
Tefhim, III, 121, EJ, II, 443’ten naklen).

Hz. Süleyman (a.s.)’a atılan bu nevi iftiralar, Tevrat’ta da mevcuttur,
O, Al­lah’tan yüz çevirerek, komşu ülkelerin taptığı ilahlara tapmakla itham
edilmiştir {I. Krallar,l 1/1-11, 33). Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerim, peygamber
kıssalarına yer vermekle, onlarla ilgili doğrulan anlatarak, onlara atılan
iftiraları ortaya çıkarmış ve onları, kendilerine atılan bütün iftiralardan
anndırmiştır.

[31] Neml sûresi, 27/20-44.

[32] İbn Kesir, Kasasu’l-enbiyû, II, 587.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 527-532.

[33] Sâd süresi, 38/34-35

[34] Seyyid Kutub, Fi Zildi, XI, 388.

[35] Bir görüşe göre bu olay, Rasülullah (s.a.v.)’in
bahsetmiş olduğu Hz. Süleyman (a.s.)’ın özürlü çocuğuyla irtibatlandınlır. Bu
hadisinde Rasülullah (s.a.v), Hz. Süleyman (a.s.)’m, hâmile kalmaları ve Allah
yolunda cİhad edecek birer erkek çocuk doğurmaları arzusuyla aynı gecede
sırayla hanımlarını dolaştığım; ancak inşâallah demediği için hanımlarından
sadece birinin hamile kaldığını ve onun da özüriü bir çocuk doğurduğunu haber
vermiştir (Buhârî, Enbiyâ, 40; Cİhad, 23, Keffâret, 9). Şunu belirtelim
ki,  Peygamberimiz (s.a.v.), Hz.  Süleyman (a.s.)in kürsüsüne konulan cesedin
bu özürlü çocuğun cesedi oİduğundan bahsetmemiş­tir. Ancak müfessirlerden
bâzıları, onun kürsüsüne konulan cesedin bu çocuğun cesedi olabileceğini
söylemişlerdir. Âlüsî,  bunu en kuvvetli
ihtimal olarak gör­müştür (Tefsir,, XIII, 198).

Bu konuda aktarılan
rivayetlerden birine göre, Hz. Süleyman (a.s.)’ın bir oğlu dünyaya gelir. Onun
da babası gibi kendilerine sıkıntı çektireceğini düşünen şey­tanlar, yaptıkları
toplantıda bu çocuğu öldürmeye karar verirler. Bunu öğrenen Hz. Süleyman
(a.s.), durumu Allah’a havale etmek ve çocuğunu koruması için O’nun yardımını
istemek yerine, onu şeytanlardan gizleyerek büyütmek ister. Ancak bir gün, bu
oğlunun cesedinin tahtına konulmuş olduğunu görür. Bu du­rum karşısında, onun
korunmasını Cenab-ı Hakk’a havale etmeyip bunu bizzat yapmağa kalkmakla düştüğü
hatayı anlar ve derhal secdeye kapanarak dua ve istiğfarda bulunur.

Başka bir rivayete göre
ise, bu cesetten maksat, yakalandığı hastalık dolayı­sıyla bir cesede dönüşmüş
olan Hz. Süleyman (a.s.)’m bedenidir. O, bu hastalık­tan kurtulup yeniden
sıhhat bulmuştur (Râzi’ye göre en mâkul görüş budur, Neccâr, 392).

Bu arada, bu imtihan
ile ilgili olarak emrindeki şeytanlardan bâzılarının Hz. Süleyman (a.s.)’a bir
tuzak kurmak suretiyle saltanatı ele geçirdikleri ve Hz. Sü­leyman (a.s.)’ın
tahtında bir ceset halinde kaldığı da söylenmiştir. Ebu Hayyan, bu tür asılsız
rivayetler için “yahudi ve zenâdıka uydurmasıdır’- diyerek şeytanın
peygamber suretine bürünmesinin imkânsızlığına işaret etmiştir (Bkz. Âiüsî,
Tefsir, XIII, 199). İbn Hazm da, Hz. Süleyman (a.s.)’ın bu imtihanının
kendisine verilen  mal  ve 
mülk  ile   sınanmaktan 
ibaret  olduğunu  söyleyerek,  
hakkında Kur’ân ve hadislerde bilgi olmayan bu konuda aktarılan
rivayetler İçin Ebu Hayyan gibi “yafcıûdî ve zenâdıka uydurmaları”
demiştir (el-Fasl, IV, 19).

Aydemir, bu konuda aktarılan rivayetleri toplu olarak aktarmış ve her
birini delilleriyle reddetmiştir {Bkz. Peygamberler, 208 vdd.; igili rivayetler
için ayrıca bkz. Konyalı M. Vehbi, Tefsir, XII, 4796-97; Şevkânî, Tefsir, IV,
342-345).

[36] Tefhim, V, 74-76.

[37] Kasasu’l-enbiyâ, II, 590.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 532-534.

[38] Sebe sûresi, 34/14.

[39] Onun ölümü 
hakkındaki rivayetler için bkz. 
Neccâr,  382-392,  dn. 
401-403; Şevkânî, Tefsir, IV, 316-318.

[40] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 534-536.

[41] Bakara sûresi, 2/102.

[42] Geniş bilgi için bkz. Elmalılı, I, 364-366.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 536-537.

[43] İbn Mâce, İkâme, 196; Aiımed b. Hanbel, Müsned, II,
176.

[44] Enbiya sûresi, 21/79.

[45] Sâd sûresi, 38/35-36.

[46] Buhârî, Salât, 75; Enbiyâ, 40; Müslim, Mesâcid, 39,40.

[47] Neml sûresi, 27/ 19.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 537-539.

İlgili Makaleler